27 Kasım 2008

...


Bugün 27 Kasım 2008 Perşembe.
Son durumu bildiriyorum: 22 yaşındayım. Henüz bir işim yok. Hala projelerim olumsuz sonuçlanıyor. 1,5 senedir yeni bir kısa film çekmedim. Hayallerim her geçen gün daha küçülüyor ve mantıklı bir hal almaya başlıyor. Umudum her gün yavaş yavaş yok oluyor. Hala bir sevgilim yok. Çevremdeki insanların sayıları gün be gün düşüyor. Arkadaşlarımın ve dostlarımın sayısı ise 3-5’i geçmiyor artık. Mutsuzum, yorgunum. Bugün 27 Kasım 2008 Perşembe, hava soğuk ve hayat zor…

06 Kasım 2008

kuyu



Yarım kalmış ve tamamlanmayacak bir aşkın hikâyesini anlatacağım sana. Tam olarak hikâyesi de değil aslında neler olup bittiğinden kime ne? Olaylarla boğulmamak öze inmek gerek. İnelim bakalım yere çakılana kadar inelim.

Bir adam vardı. Aslında adam demek ne kadar doğru bilmiyorum. Genç bir erkek. Hadi genç bir adam diyelim. Genç adam yakışıklıydı. Yani insanlar yolda dönüp bakarlar mıydı bilmiyorum? Ben bakanı görmedim ama eli yüzü düzgün hoş bir adamdı. Bir de genç bir kız vardı. Genç kızda hoştu, güzel sayılmaz ama hoş bir kızdı. Bu iki insanın hayatı hiç fark etmedikleri bir zamanda kesişti. Hatta birbirlerinin hayatında olduklarının bile uzun bir süre hiç fark etmediler. Sonra bir gün genç kız, genç adamı fark etti. “Bu adam da kim, neyin nesidir?” dedi. Genç adamı tanımak istedi. Tanıdıkça sevdi, çok sevdi. Kapıları genç kızın önce geçmesi için tutuşunu, genç kızın her sözünü gözünün içine bakarak dinleyişini, cep telefonunu cebinden çıkarışını, gözlüğünü düzeltişini, her şeyini çok sevdi.

Bir gün genç kız kendi yaşadığı şehrin en kalabalık caddesinde genç adamla karşılaştı. Genç adam siyah bir gömlek giymişti, konuşuyordu ama genç kız hiçbir şey duymuyordu. İşte o an bir şey oldu genç kıza, konuşamadı ve duyamadı. Genç kızın hayatının en güzel günü olmalıydı dimi? Ama öyle olmadı. Genç kız bir dönem her şeyden nefret etti. Ağlamadan, etrafındakilere bir şeyler anlatmadan duramıyordu. Ne hissettiğini kimseye tam anlatamıyordu. Genç kız kendi kendine “olmaz şimdi olmaz, hiç zamanı değil” diyordu. Sanki bir şeye fayda edecekmiş gibi. Genç kız ne kadar mücadele ederse etsin çıkamıyordu girdiği kuyudan, her çırpınışında daha da aşağı iniyordu. Sonunda dibe çakıldı. Karanlıkta kaldı. “Neden?” diye ağlıyordu. Neden? Yok muydu hiç çıkış, uzatmaz mıydı elini genç adam? Neredeydi şimdi, ne yapıyordu acaba? Sorulara cevap yoktu, olmayacaktı da. Kuyunun dibinde karanlıkta yalnızdı.

Genç kız, güç bulabildiği bazı zamanlarda tırmanmaya çalıştı. Bir gün kuyunun ağzında genç adamı gördü. Gelmişti. Tam ışıkta duruyordu. Genç kızla konuştu. Onu tutup çıkarmadı ama genç kızın kafasını dağıttı. Sonra gitti. “Neden gelmişti?” bir nedeni yoktu belki de öylesine gelmişti. Ama genç kız mutluydu, gelmişti ya yeterdi.

Genç kız bir gün gücünü toplayıp tırmandı kuyunun ağzına kadar. Çıkacaktı. Dışarıda hemen kuyunun yanında genç adamı bulma ümidi içinde büyük bir hevesle ilerliyordu. Birden genç adamın sesini duydu. Göremiyordu ama duyuyordu. Genç adam bir şeyler söylüyordu. Sanırım bir şeyler soruyordu. Genç kız anlam veremiyordu. Algılayamadı. Olamazdı öyle bir şey. Ne soruyordu böyle? Genç kızın elleri titremeye başladı. Kayacaktı düşecekti yine aynı hızla. Genç kız kaydı ve yere çakıldı. Her tarafı yara bere içinde kalktı. Ama en çok kalbi acıyordu. Göğsünü bir taşa mı sürtmüştü bilmiyordu ama en çok kalbi ağrıyordu. Işığa baktı sanki karanlık daha iyiydi. Sanki kuyu bir sığınaktı, dışarı çıksa başına gelebileceklerden korktu.

Genç adamı bir daha görmek istemedi genç kız. Ama yapamadı tabii. Genç kız hep söz verse de dayanamıyordu, sesleniyordu genç adama. Yüzünü göremese de sesini duyma, bir haber alma ümidiyle bir şeyler soruyordu sürekli. Genç kız sabırlıydı. Sabretti ve sonunda yüzünü de gördü genç adamın. Bir şey değişmedi tabii ki, genç kız en başından beri biliyordu gerçeği, bir şey değişmeyecekti. Her şey en başat nasılsa öyle olacaktı. Sormadan da duramıyordu. “Neden bu genç adam girdi hayatıma?”, “Neden böyle bir adam var dünyada?”

Hani bir çok genç kız hayallerindeki adam için bir çok şey ister ya. O su da olsun bu su da olsun. İşte sanki genç kızın elinde sihirli bir değnek olsa, kendi yaratabilecek olsaydı hayatının aşkını bu genç adamı yaratırdı. Ne eksik ne fazla her şeyi ile tammış gibi. Genç kıza “Sana öyle geliyor.” diyordu arkadaşları. Ama o inanmıyordu. Ve bu durum genç kızı çok korkutuyordu. En baştan beri farkındaydı, hissediyordu bir şeyler. Evet bu O’ydu. Uzun zamandır bekledi o işte hayatındaydı ve onu tanıyordu. Ama her şeyin farklı olmasını dilemekten başka çaresi yoktu genç kızın. Genç adama hiçbir şey söylemedi, söyleyemedi. Genç adamın ara sıra kuyunun başına gelmesi bile yetiyordu genç kıza. Gelmese sesini duymasa çürüyüp gidecekti kuyunun dibinde genç kız. Biliyordu bunu. Tazeliğini sağlayan genç adamın sesini duyma ümidiydi.



Genç kız bir gün artık bu kuyudan çıkmam gerek diye düşündü. Bir şeyler yapmalı ve çıkmalıydı. Genç adam elini uzatmasa da bir şekilde kurtulmalıydı oradan. Belki genç adam çok uzaklara gitse hani dönülmeyecek uzaklara, gelmeme ümidi ile son bir güç arkasından koşmak için çıkabilir miydi acaba. Düşünüyordu genç kız çok düşünüyordu, ne yapmalıydı? Bulamıyordu. Genç kız artık bir şey bilmez haldeydi, kalbi ağrıyordu ve yukarı çıkma gücü her geçen gün azalıyordu. Güç bulabildiği zamanlarda tırmandı. Saatlerce, günlerce direndi. Tırmandı, tırmandı, tırmandı… Genç kız, şu an kuyunun tam ağzında, dışarıda genç adam var mı bilmiyor, ben de bilmiyorum buradan görülmüyor. Ama bu noktaya kadar elini uzatan olmadı, ben görmedim. Umutla bekliyorum, dışarı çıkabilecek mi? Gücü kaldı mı? Bekliyorum, göremiyorum…


12.09.2006
Salı